Mersin Barosu Avukatlarından Sahra Düzgün Tucel, kadınların iş dünyasındaki cinsiyet eşitsizliği ile ilgili kadınların toplum içindeki yerini gazetecilere anlatarak, “Ülkemizin daha fazla demokratikleşmesi ve sürdürülebilir bir kalkınma gerçekleştirebilmesi için; iş hayatında bireysel, örgütsel ve toplumsal anlamda oluşturulacak yasal, ekonomik ve sosyal düzenlemelerle kadın-erkek eşitliğine dayalı bir iş ortamı sağlanması şarttır. Kadınların da erkekler kadar söz sahibi olması gerekmektedir” dedi.
Haber- Burak Karataş
Mersin Barosu Avukatlarından Sahra Düzgün Tucel, ‘iş dünyasında kadın olmak ve toplumsal cinsiyet eşitliği’ konusundaki makalesinde kadınların toplum içindeki yerini gazetecilere anlattı. Av. Tucel, kalıplaşmış davranışların bulunduğuna dikkat çekerek, bu davranışların sosyal normlar olduğunu ifade etti. Toplumların yapısında cinsiyet rollerinin varlığının hissedildiğini belirten Tucel, “Bireyin dünyaya gelmesiyle başlayan sosyalleşme sürecinde içinde bulunduğu toplum ve kültürden ötürü yapması beklenen kalıplaşmış davranışlar bulunmaktadır. Bu kalıplaşmış davranışların tümüne sosyal norm adı verilir ve sosyalizasyon denilen süreç ile birlikte birey tarafından öğrenilirler. Örneğin, erkeklerden cesur, güçlü, sert karaktere sahip olmaları; kadınlardan ise şefkatli, merhametli, anlayışlı ve anaç olmaları beklenmesi toplumsal cinsiyet rollerinin en basit örneklerinden birisidir. Bütün toplumların yapısına derinlemesine inildiğinde bu cinsiyet rollerinin varlığı hissedilmekte ve toplumlarda cinsiyet eşitsizliğine yol açmaktadır. Tarih boyunca baktığımızda süregelen bu toplumsal normlar Rönesans’ın dogmatik düşünceyi reddeden hümanist yapısında bile değişim göstermemiştir. Erasmus kadınları ‘deli ve saçma birer hayvan’ olarak tanımlarken Spinoza ise hiçbir şekilde devlet yönetiminin kızlara bırakılamayacağını söylemiştir. Bunun nedeni bütün kızların bir gün kadın olarak kocalarının iktidarı altında yaşayacak olmalarıdır” şeklinde konuştu.
“KADINLARIN KAMUSAL YAŞAMDA VARLIKLARINI ARTTIRMAYA YÖNELİK TEŞVİKLER YAPILMIŞ”
Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini kaldırmak amacıyla sivil toplum kuruluşları, uluslararası örgütler ve devletler birçok çalışmayı meydana getirdiğini aktaran Tucel, “Ona göre bu bir seçim ya da olasılık değil aksine kadınların doğalarının bir gereğidir. Bu düşünce şekli ise günümüzde hafiflemiş olsa bile hala varlığını sürdürmektedir. Örneğin, modern dünyada iş hayatında da yer alan kadın, biyolojik cinsiyet rollerinden dolayı kendisine atfedilen kadınlık görevlerini yerine getirmeye çalışırken bir yandan da iş hayatına yetişmeye çalışmakta ve bu durumda erkeklere oranla çok daha fazla yıpranmaktadır. Bu yapılan çalışmalar sayesinde toplumsal alanda her iki cinsiyetin de eşit yetkiye sahip olması, yasalar önünde eşit davranılması, aile ve toplum içinde kadın ve erkeğin kaynaklardan, fırsatlardan ve hizmetlerden eşit biçimde yararlanmaları amaçlanmıştır. Bu sebeple toplumda yapılan fiili ayrımcılığın önlenmesi amacıyla fırsat eşitliğini gerçekleştirmeye yönelik politikalara ve nihayetinde, eşitlik hedeflerine varmak için olumlu ayrımcılık politikalarının devreye sokulmasına kadar bir dizi kurumsal politika ve pratik çalışmalar gerçekleştirmiştir. Devletler bu alanda zorlayıcı ve denetleyici mekanizmalar, çok farklı biçimlerde gündeme gelen kota uygulamaları, kadınların kamusal yaşamda varlıklarını arttırmaya yönelik teşvikler gibi çeşitli yollar oluşturmaya çalışmışlardır” diye konuştu.
“KADINLARIN İŞ HAYATINA ATILMASINI ENGELLEYEN EV İŞLERİ VE BAKIM HİZMETLERİDİR”
Modern toplumda cinsiyet eşitsizliğin iş dünyasında da olduğunu ifade eden Tucel, “Yasal ve kurumsal düzeyde oluşturulan kadınları destekleyici mekanizmaların dışında siyasal partiler, sivil toplum kuruluşları ve çeşitli özel kurumlar da kendi iç örgütlenmelerinde, bu konuda yaratılan baskı ölçüsünde olumlu ayrımcılık uygulamalarına yer açmışlardır. Günümüz modern toplumunda toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin görüldüğü bir diğer taraf ise iş dünyasıdır. Maalesef ki günümüz iş hayatında çalışan kadınların sayısı çalışan erkeklere oranla çok daha düşüktür. Kadınların iş hayatına katılımını engelleyen nedenlere baktığımızda, toplumsal cinsiyet temelli iş yükleri ve bakım hizmetlerinin ilk sırada yer aldığını görmekteyiz. Toplumsal cinsiyet temelli iş bölümüne göre; ev işleri ve bakım hizmetleri kadınlar tarafından yapılması beklenen işlerdir” dedi.
“HALA OKUMA- YAZMA BİLMEYEN KADINLAR VAR”
Eğitim konusunda bazı kadınların hala okuma yazma bilmediğine dikkat çeken Tucel, “Erkeklerin geleneksel olarak muaf tutulduğu bu işlerden kadınların sorumlu tutulması, onların ev dışında çalışma kararlarını etkileyen önemli bir faktördür. Kadınlar ev dışında çalışma kararı alırken evde yapmakta oldukları işlerin aksama olasılığını, çocukların ve yaşlıların bakımını, iş saatleri dışında evdeki işler için ayırabilecekleri zamanı düşünmek zorundadır. Nitekim Türkiye’de bu durumun en temel kanıtlarından biri; eğitim ve istihdamdaki kadın oranlarıdır. Cumhuriyet döneminde eğitim öğretim eşitliği konusunda atılan ciddi adımlara rağmen okuma yazma bilmeyen kadın oranı hala yüksektir” ifadelerini kullandı.
“CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ SORGULANMAMAKTA”
Yaşamın her alanında cinsiyet farklılığının görüldüğünü belirten Tucel, “2015 yılı istihdam oranlarına bakıldığında erkeklerin yüzde 70,1 oranında, oysa kadınların yüzde 30,6’lık bir oranda istihdam edildikleri görülmektedir. Ülkemizde, kadın- erkek sayısında böyle bir farka rastlanmazken, kadın istihdamındaki bu düşük oran ülkemiz açısından oldukça düşündürücüdür. Sonuç olarak yaşamın her alanında farklılıkların eşitsizliğe dönüşmesi cinsiyet farklılığında da görülmektedir. Bir cinsiyet diğerinden üstün görülmekte ve toplumsal dinamikler de bu ayrıma göre şekillenmektedir. Maalesef çoğu zaman bu eşitsizlik sorgulanmamakta ve her iki cinsiyet tarafından olduğu gibi kabul edilmektedir. Pozitif ayrımcılık vb. bir takım önlemler alınmaya çalışılsa da toplumsal cinsiyet rolleri aşılamamaktadır. Kadın nüfusu dünyanın nerdeyse yarısını oluşturmasına rağmen, çalışma hayatında, kadınların üst yönetim kademelerinde erkeklerle aynı düzeyde yer alamamalarının sebebi çoğu zaman toplumların kadının üstlenmesi gereken rollere dair kalıplarıdır” diye konuştu.
“KADINLAR İŞ HAYATINDA GÖRÜNMEZ ENGELLERE MARUZ KALMAKTADIRLAR”
Toplumda, iş hayatının erkek ağırlıklı olarak belirlendiğini, kadının iş dünyasında ikinci plana atılmasına değinen Tucel, “Üst yönetim kademelerinde yer alamamasına neden olmakta ya da kadından beklenen geleneksel rol gereği kadının ailesi ve kariyeri arasında kalması da iş hayatında ilerlemesini zorlaştırmaktadır. Ülkemizde yasalarla ve taraf olunan uluslararası sözleşmelerle, kadınlara çalışma hayatının tüm alanlarında fırsat eşitliği sunan hükümlere rağmen, kadınlar iş hayatında açıkça ifade edilmeyen görünmez engellere maruz kalmaktadırlar. Beşeri sermayenin çok önemli olduğu günümüz koşullarında ülkemiz açısından, gerek kamu gerekse özel sektörde kadın çalışanların yeteneklerinden yararlanmak için kadınların üst yönetim kademelerine ulaşabilmesini sağlayacak düzenlemelerle pozitif ayrımcılık yapılması ve kadınların aile ve işi arasında denge kurabileceği bir iş ortamı yaratılması gerekmektedir” dedi.
“KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİNE DAYALI BİR İŞ ORTAMI SAĞLANMASI ŞARTTIR”
Kadınlarında erkekler kadar söz sahibi olması gerektiğini aktaran Tucel, “Sonuç olarak; ülkemizin daha fazla demokratikleşmesi ve sürdürülebilir bir kalkınma gerçekleştirebilmesi için; iş hayatında bireysel, örgütsel ve toplumsal anlamda oluşturulacak yasal, ekonomik ve sosyal düzenlemelerle kadın-erkek eşitliğine dayalı bir iş ortamı sağlanması şarttır. Her şeyden önce, insan haklarına saygılı bir işgücü oluşturulması için yönetimde kadınların da erkekler kadar söz sahibi olması gerekmektedir” sözlerini kullandı.
|